Kendini yönetmek

27a9ff40aaebb255d95876def763e364

Bana benzettim bu acı dolu bakışları olan kadını. İçimdeki onlarca kadından biri gibi. Öylece duruveriyorum yine günün ortasında. Saklıyorum buraya yazdıklarımı. Düşünüyorum sonra bırakıversem kendimi diye, herkes görse, bilse tüm kelimelerimi; korkuyorum kelimelerim olmadan çıplak kalmaktan.

Kendini yönetmeli diyordu geçenlerde bir adam bir kadına. Kadını ezik gördüğü için sinirlendim bu cümleye. Çünkü o yönetemezse yönetirler çağrışımı vardı sanki içinde, sert bir söylemdi. Oysa yönetmemeli kendilerini insanlar. Doğayı ve hayatı yönetemeyecekleri gibi kendilerini de yönetemeyeceklerinin farkında olmalılar. Akışında ve doğal olmalı hayat da insan gibi. Düşüncelerim benden özgürce çıkabilmeli. Karda çıplak ayak yürüyebilmeliyim mesela, başkalarına göre olur olmaz yerlerde konuşabilmeliyim, yaşımı hesap etmemeliyim, ne derler ne düşünürler diye kendime eziyet etmemeliyim, birinin beni kukla gibi tutmasına izin vermemeliyim.

Erkekler bencil. Erkekler eleştiri kabul etmiyorlar, lider olmalılar daima. Kadınlara rol kaptırmaya niyetleri yok, çünkü öyle inanıyorlar, öyle yetiştiriliyorlar. Onları yetiştiren kadınlar kendilerini yönetilmiş hissediyorlar çünkü, sadece onu biliyorlar. Bir kadın oğluna başka bir kadını sevmeyi öğretmeli, onu boyunduruğu altına almayı değil. Kadında bitiyor iş, analarda. Ama analar kinci, bencil, fesat olunca adam ne yapsın, ne olsun?

Kendimi yönetmeyi öğrenmek istemiyorum, yönetilmek istemiyorum. Su gibi duru olup akmalıyım zamanın içinde. Tüm çizgilerden uzaklaşmalıyım artık. Yaşayamadığım yıllar uğruna keşkeler biriktirmek, söyleyemediğim şeyler için, içimdeki kanser hücrelerini çoğaltmak istemiyorum! Konuşabilmek, anlatabilmek, korkmadan söyleyebilmek istiyorum, erkekler gibi!

İyi bir dünyaya inanmak, sonsuza dek mutlu yaşadılar sonlu masallara inanmak gibi mi gerçekten acaba?

hayatın içinden, İçeriden içinde yayınlandı | , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Getto çiçeği

991d48bc1446e4407ac0d011ec8c22caMerhaba. 18.05.2015 tarihli köşe yazımı burada da paylaşmak istedim.

‘Çok sevdiğim ve devamlı göz hizamda tuttuğum bir söz vardır. Şöyle der; ‘Lamba cininin ‘dile benden ne dilersen’ cümlesine, ‘canının sağlığı’ cevabını verebilecek, mahcup adamların hatırı için dönüyor dünya. ‘ Bunu hatırımda tutarak devam ediyorum günlerimi yaşamaya. Çünkü günler gerçekten köpük gibi, zaman geçici, yıpratıcı, sönük ve renksiz. Geçmiş hiçbir zaman geçmiyor aslında. Şimdi dediğimiz bazen sanki kocaman bir aldanma gibi geliyor. Bahar nasıl yol yapıyorsa kendine yaza varmak için, insanlar da öyle haritalar çiziyorlar kendilerine. Kimi zaman belli belirsiz kimi zaman kati. Hoş kati olanları da biz bazen flulaştırıyoruz ama olsun. Yürüdüğümüz yolların sonu aslında hep aynı yere varıyor. Bir çiçeğin güzelliğine kafa yoran, hayatın içindeki renklerin farkına varan kaç kişi var etrafınızda? Kim birkaç satır şiir okuyor bu günlerde? Uzun kompozisyon ödevleri veriyor mu öğretmenler şimdi, ya da habersizce kim kapınızı çalıp sokağa çağırıyor bir nedenden? Çoğaldıkça azalıyor etrafımızdaki her şey, bizimle birlikte. Oysa bir çocuk getirin aklınıza, nasıl da her ayrıntıya meraklı, heyecanlı ve öğrenmeye aç. Tutkuları keşfettikleriyle orantılı olarak artan ve hep ufacık hareketle gülümseyebilen. Filmlere konu olan bu kelimeler ne kadar da gerçekler hâlbuki. Çünkü aslında filmlerde izlediğimiz çoğu detay hayatın ta kendisinden alıntılanıyor. Amerikan filmleri örneğin. Amerika’da yaşayan çoğu arkadaşım gerçekten filmlerdeki hayatları birebir tecrübe ettiklerini söylüyorlar. Evler, sokakların temizliği, anlayış, saygı, kurallar, farkındalık v.s Bir de bize bakın hele! Biz henüz yaşamayı öğrenemedik ki hayatla barışalım! Demem o ki, insanca yaşamak diye bir gerçek var. Hala hayal edebilen birileri var yeryüzünde. Tutkularından güç alan, büyüyen insanlar var. Kimse bulmasın beni isterse, parmakla göstermesin, baş sayfalara çıkmasam da olur, ben sadece dünyanın bütün sokaklarını yürümek, bütün kapılarını çalmak, bütün çimenlerinde uzanmak, bütün kitaplarını koklamak istercesine bir heyecanla yaşamayı arzuluyorum. Böyle yaşamadıkça yaşamak denen şey neye yarar? Düşünsenize hissederek yaşamadıkça, insan olmanın değerini bilemedikçe, nefesimizi tutarak devam ettikçe; plastik, gösterişli bir çiçekten ne farkımız kalır?

anılar, hayatın içinden içinde yayınlandı | , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Zaman durduğunda

Zaman durduğunda

Cezayir hep aynı. Ben onunla zamanın içinden geçiyorum adeta. Binalar heykeller gibi duruyorlar kentin ortasında, insanlarsa ziyaretçiler sadece. Bu haliyle güzel bu şehir ve insanlar!

Uncategorized içinde yayınlandı | , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Evo’s Angels Temmuz yazısı

Bu ayda yine Evo’s Angels daki yerimde, yeni yazımla sizlerle buluştum. Burada olmak, kelimelerimin derginin sayfalarında vücut bulması çok güzel. Her seferinde büyük bir heyecanla dergiyi bekliyor, okuyor ve inceliyorum. Umarım siz de seviyorsunuzdur yazılarımı okumayı. Yazmak benim için büyük bir tutku. Daha uzuuuun zaman yazmaya devam edeceğimi umuyorum. Böyle bir platformda yer bulmak harika!

Derginin yeni sayısını  www.evosangels.com dan okuyabilirsiniz.

sevdiğim şeyler içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Küçük detaylar

Dün izlediğim bir filmde zengin ama mutsuz kadınlardan bahsediliyordu. Bir kadın mutsuz hayatını ve onu mutlu edemeyen eşini düşünerek bir cümle söyledi. Enteresandı:

‘…artık saçlarını yıkamayı sevmiyordu ve şöyle dedi söyleyebildiğim kadarıyla:

…önceleri saçım için bir sürü şampuan alırdım. Her birinde bambaşka olacağımı hissederdim. Sanki tüm o şampuanların içinde sihirli bir şeyler vardı ve ben onları kullandıkça olduğumdan daha güzel olacaktım. Hevesle onları saçıma sürer ve mucizeyi beklerdim. Bu benim mutlu ederdi. Ama artık biliyorum ki tüm şampuanların içinde aynı şey var!…

..kocasıyla olmadan evvelki hayal dünyası ve beklentileri ne kadar da başkaymış meğer ama evliliğinden sonra acı gerçekler hayatına tüm gücüyle işlemiş. Şimdi ne umudu ne de hayalleri kalmış. Herşey son derece tatsız, üzücü ve rutin. Kadın için gerçekten üzüldüm. Böyle ne kadar çok evlilik var yaşamın içinde. Çok çaba sarfetmeli insanlar yitirmemek adına hayatlarındaki güzellikleri.

Diğer mutsuz evliliği olan arkadaşı ise kocasının sorumsuzluğundan ve vurdumduymazlığından şikayetçi. Tencerede elini yaktığında iyimisin diye sormasını istiyor hepsi bu. Bu söz onun için çok şey ifade ediyor. Oysa adam zaten iyi olduğunu görüyorum sormama ne lüzum var hem sen bana ben sormadan da iyiyim diyebilirsin diyor. Sonra kadın kocasını terkediyor ve bir gün yeni hayatında yaşamaya devam ederken yerdeki bir şeye ayağı takılıyor ve can havliyle bağırıyor. O sırada evde temizlik yapan kadın iyimisiniz bayan… diye soruyor. Kadının yüzündeki gülümsemeyi görmeliydiniz!!! Mutluluk gerçekten küçük şeylerde gizli…

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Seri Fikir Üretimi

Bu yazı aslında dün yazılmaya başlandı ama tamamlanamadığı için bugüne kaldı.  Dün öğlen Ayça ile konuştum. Tanıdık bir sesle hasret gidermek iyi geldi, güzel hatıralarımın olduğu bir sesle. Buradayken en çok tanıdık sesleri özlüyorum. Kahve eşliğinde uzun sohbetler etmeyi. Öğlen yemekten evvel yazacaktım bloga bir türlü elim gitmedi canım istemedi. Şimdi karnım doydu kelimeler yine kafama üşüşmeye başladı. Hani mutsuzluklarda daha çok yazılırmış ya yazılar, mutluyken de bir sürü şey bulabiliyor insan yazacak. Güzel bir yemek sonrası yazmak da son derece keyifli oluyor ve bir o kadar da verimli, kasvetli anlardaki kadar da yaratıcı. Güzel yemeğimizin de güzelliği ev yapımı yoğurttan kaynaklıdır bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Tam türk yoğurdu kıvamında hafif ekşi bir yoğurt yapmış aşçımız yedikçe yiyesim geldi..Velhasıl kelam ana konuma geri dönmeliyim artık. Ne yazacağımı unutacağım yine:(
Havalara güzel diye diye nazar değdirdik ya olsun. Nasılsa düzelecek diye düşünüp moralimi bozmuyorum. Bolca plan yapıyorum yine hayatın her istediğini yaptığını bile bile. Bolca not alıyorum, yemek yerken, yatarken, tuvaletteyken ve ofisteyken. Elimde ya bir defter bir kalem oluyor bulamazsam da telefonumun not defterine ufak listeler yapıyorum. Şimdi de daha motive bir şekilde yazabilmek için neskafemi aldım. Böyle durumlarda listelerin birleşmesi asıl zaman alan kısmı işin. Her defterde ayrı bir yere yazılan istekler birleşince, uçaktaki 30 kg taşıma kapasitesini aşmak pek de zor olmuyor.
Yine durup durup yapmak istediklerimi düşünüyorum. Genelde yukarıda da bahsettiğim gibi düşünürken notlar da alıyorum. Ardı arkası kesilmiyor bir türlü yazdıkça yazası geliyor insanın. Bazen yapamadıklarımı da düşünüyorum ahlıyorum vahlıyorum ama beni üzmelerine izin vermemeye çalışıyorum.. Başlıkta da dediğim gibi seri fikirler üretmeye başladım havaların güzelleşmesiyle yeniden. Kış zamanları üzerime ağır bir tembellik oturuyor, yazları ise kuşlar gibi cıvıl cıvıl olan içimde hep birşeyler yapma isteği oluyor. İnternet de bu gibi şeyler için çok güzel kaynak oluşturuyor tabi. Boş kaldığım zamanlarda baktığım bloglar siteler fikirlerime zemin hazırlıyor adeta. Hatta ‘bak nasıl da güzel şeyler yapmışlar, hadi sen de yap artık!’ diyorum kendi kendime. Neler ki var kafamda? İşte ;
-Kocaman kağıtlara boyamalar yapmak istiyorum. Bahar renklerinde desenler çizmek. Sonra onları kumaşlara çizip Türkiye’den getirip hala kullanamadığım tekstil kalemlerimle boyamak. Tabi ince uçlularından de almam icap ediyor aslında.
– Daha çok fimo obje yapmak istiyorum. Ama öncelikle fimoya yardımcı malzemelerimi de toparlamam lazım. Yoksa gördüklerim kadar güzel olmuyor benimkiler diye üzülüyorum. Örneğin yaptığım spagettiyi sossuz servis etmek istemem açıkçası 🙂
-Yeni başladığım ama dikiş makinam olmadığı için zorlandığım ev figürlü yastığımı tamamlamak hatta bir sürü ev motifli süsler yapmak istiyorum kendime.
-Şu anda şehir merkezindeki evimizde bırakmış olduğum kontrplaklarımı ve ahşap oyma kesme aletlerimi de yanımda getirmek ve onlarla küçük güzellikler yaratmak istiyorum.
-Takılar, takılar, takılarrrr….Bir sürü boncuğum var yanımda ama hepsi ayrı gayrı. Onları toparlamak ve yeniden inşaa etmek istiyorum. Tabi bu yukarıdaki saydıklarımı ve bu satırı da yapabilmek için biraz alana ihtiyacım olacak. Onun için de birkaç çözüm var tabi kafamda. Melda bazen söyler : Kırk tane tilki var kafamda ve kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor diye. Ben de de var o tilkilerden bolca.
-Görüldüğü üzere zaten aklım fikrim hep ıvır zıvır şeylerde. Benim yapım böyle. Hep böyleydim ben. Oldum olası severdim hobilerle uğraşmayı. Ama sadece bir tane değil bir sürü sevdiğim şey olmasını ve her gün başka birine yönelmeyi ve yeniden keşfetmeyi.
-Tabi bunların yanında okumak istediğim bir sürü kitap var. Ahh kitaplar. Hayatımın olmazsa olmazları. Hem dergi yazılarım için, hem okuma pratiği yapmam kendimi geliştirmem için hem de merak ettiğimden sahip olmak istediğim yine bir sürü kitap var ve onlarla ilgili hayallerim. Geniş alanları bu yüzden seviyorum. Geniş bir alana sahip olduğunda evde veya iş yerinde; o zaman ilgilendiğin çoğu şey yanında olabiliyor. Bir düşünce kırıntısına takılıp kalmıyorsun. Eksik hissetmiyorsun. Bazen bir işe başladığımda hevesle ve heyecanla, tam da o işin ortasına geldiğimde elimde bir malzemenin olmadığını veya bittiğini görmek acayip bir hüsran yaratıyor bende. Yakın zamanda ulaşamayacak olmak da insanın sinirlerini bozmaya yetiyor.
-Ve yine kafamda bu sıra yemek yapmak var bolca. Bahara uygun hafif yiyecekler, tuzlu kurabiyeler, tatlı atıştırmalıklar, zeytinyağlılar ve salatalar. Onlardan neler üretebilirim diye düşünüp duruyorum. Home tv’nin de etkisi büyük tabi burada. Akşamları mutlaka bir göz atıyorum. Emeril’in kocaman sebze doğrama tahtasına bayılıyorum, o güya sağlıklı yemek yapan kabiliyetsiz hatunu da dövesim geliyor adı Ellie sanırım esmer kısa saçlı olan. Sanırım bir tek onu izlemekten hoşlanmıyorum çünkü ağır bir kadın ve dağınık ve yaptığı şeyi çok abartıyor. Onu izlerken ahh diyorum gelip de pazar akşamı yemeği ya da sabah kahvaltısı için bizim hazırladıklarımızı görseler ne yaparlar. Çocuklara şahane hafta sonu yemeği olarak uyduruk bir hamburger sadece hayvani bir köfteden ibaret olan, yanına da üç küçük haşlanmış patates ve bezelye veriyor. Bizim çocuklar gülerler yahu bu ne diye:)
Neyse konudan konuya da atlıyorum sıkmayayım sizleri. Bir sürü fikir var kafamda bu sıra. Bahsetmek istediğim husus buydu. Çok detaya girmedim. Fikirlerimi gerçekleştirmeye başladıkça buradan haber vereceğim zaten. Türkiye’ye gittiğimde eminim daha bir sürü yeni fikir de bana katılacak, kalabalıklaşacağız..Ne mutlu bana…
Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Evo’s Angels Dergisi ve Benim Yazım

Geçenlerde Evo’s Angels dergisinin eski sayılarına bakarken Facebook’tan geçen sayının kapağında bir yazı okudum. Her ay bir blogger’a dergide yer vereceklerini yazıyorlardı ve bunun için mail atıp başvurmak yeterliydi. Ben de oldum olası yazmayı çok sevdiğim için hemen mail atmaya karar verdim dergi editörüne. Sağolsun Evren Bey ilgiyle karşıladı ve birkaç mailleşmeden sonra konu hakkında karar verip yeni sayıda yazmam hususunda anlaştık. Tabi ben çok mutlu oldum. Daha önce de üniversitede bir dergide yazmıştım. Bir de tabi şu anda şirketin dergisinde bir köşem var. Proje detaylarımızı yazdığım kısmın haricinde kendi kişisel köşemde de sevdiğim ve ilgi duyduğum konularda yazıyorum.
Dün yeni sayının çıktığını öğrendim ve heyecanla açıp inceledim. Benim yazımın da orada olduğunu görünce tuhaf bir duyguya kapıldım. Hem gurur hem mutluluk birbirine geçmişti adeta. Sizlerle de paylaşmak istedim. Bloglarımız henüz açılmadı sanıyorum ama yine de dns ayarları ile oynayıp bakabilenler için aşağıda linkleri paylaşıyorum. Umarım beğenirsiniz.

Bundan sonra dergide yazmaya devam edecek miyim henüz bilmiyorum. Devam eden birkaç blogger var okuduğum kadarıyla ama biz henüz bu hususta konuşmadık. Tek seferlik bir yazı gibi görünüyor şimdilik. Umarım bu heyecanımın devamı gelir ve burada veya başka bir dergide yazmaya devam ederim..

İşte Dergi’nin yeni sayısı http://www.evosangels.com/ Ve benim yazım da 10. ve 11. sayfada. ‘Cezayir’de Kadın Olmak’ başlıklı yazı.  Tıklayın ve nasıl bulduğunuzu söyleyin yeter 🙂
Hepinize mutlu günler…
Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Bir minik sallandoz

Sabah yine güne güneşle uyandık. Geceleri bile eskisi kadar soğuk olmuyor artık. Ama ben daimi üşüyen insan olduğum için yine sarıp sarmalanıp uyuyorum. Evden çıktıktan sonra (yani kamptaki misafirhaneden) yemekhaneden kahvaltı için sandöviç yaptım ve ofise doğru yürüdüm. Yürürken nedense önüme bakarım sanki bir şey bulacakmışım gibi gelir. Alışkanlık..Bir de ne göreyim tombili bir sallandoz ( salyangoz) önümde tin tin ilerlemeye çalışıyor. Hemen çekeyim dedim yoldan onu da ezilmesin çünkü çok sevimli ve kocamandı. Ama öyle sıkı tutunmuş ki bir türlü kaldıramadım. Biraz da tırstım tabi. Böyle sümüksü hayvanları mıncırmaktan pek hoşlamam normalde ama ona kanım kaynadı bu sabah. Şimdi de düşünüp duruyorum acaba yoluna güvenle devam etti mi yoksa bir ayak tarafından ezildi mi diye. Gidip bakamıyorum da. Öğlen yemeğe giderken bir bakacağım. İnşallah ondan eser yoktur etrafta.

Baharın gelmesine sevinen bir ben değilim işte. Hayvancıklar bile güneşi görüp kendilerini yollara atıvermişler. Pek güzel bir his bu. Benim bildiğim genelde sallandozlar yağmurlu havalarda kendilerini ortaya atarlar ama bu herhalde cevval bir tip. Durmamış çıkmış sokağa..


Tuna Kiremitçi köşe yazısında şöyle demiş bugün çok hoşuma gitti..

‘Daha kaç bahar göreceğimizi düşünelim ve şu gelenin kıymetini bilelim’. Kesinlikle katılıyorum. Baharın kıymetini bilelim ve bunun yanında hayatın getirdiği diğer güzelliklerin de tabiki..

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Öylesine

Nihayet havalar güzelleşiyor artık yavaş yavaş. Güneş kendini hissettirmeye başlayalı çok uzun zaman olmasa da yine de tüm gücüyle sıcaklığını bize vermesi beni mutlu ediyor. Havanın soğuk olmasındansa sıcakta yanmayı tercih ediyorum ben. Ayrıca artık wordpress de yazmaya alıştım. Hatta daha çok sever oldum sanırım. Gerek ayarları gerek yazı kısmı ve eklemeleriyle daha çok hoşuma gitti. Belki de blogspot daki sayfa düzenimden kaynaklı da olabilir. Bu sıra biraz daha sade şeylerden hoşlanır oldum. Kalabalık olan herşey üzerime geliyor sanki. İnternetimiz düzelirse blogspotta da birkaç değişiklik yapacağım. Böyle internetin berbat olduğu zamanlarda ona artık ne kadar bağlı olduğumuzu daha iyi idrak ediyorum. Sanki internet olmasa bir uzvumuzu kaybetmiş gibi oluyor sersem sebelek. Anlam veremiyorum bu duruma. Eskiyi düşündükçe o zaman daha özgürdüm diyorum. Bir şeylere bu denli bağlı kalmıyor esir olmuyorduk. Burada olmanın da dezavantajı aslında. Sanırım Türkiye’de olsam bu kadar kafamı kaldırmadan nette saatlerce durmazdım herhalde. Yine de kocaman bir derya bu internet. Zamanı nasıl da yiyor hızlıca. Sanki zaman avcısı gibi. Aynı zamanda da hayatın belki de bize sunduğu en acımasız oyun. Katılımcıların bir daha asla çıkmak istemediği.

Başlıkta yazdığım gibiyim aynı. Baharın gelmesini bekliyorum. Sanki bir yere yetişecek gibi her gün saate güne takvime daha çok bakıyorum. Yaza gelsin yazı göstersin herşey istiyorum. Ve öylece sabitlensin yaz zamanında. Uzunca bir süre de orada kalsın gitmesin hiçbir yere..Bir tek ben gideyim gönlümce dünyanın her yerine….

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Güneşle gelen mutluluk


Hava bugünkü gibi güneşli olduğunda neler neler istiyor insan.. Kuşlar gibi özgürce uçabilmek bile var aklımda. Kediciklerimiz de pek mutlu bu güzel günde. Pencere önünden kuş cıvıltılarını dinliyor, bahçede bir o tarafa bir bu taraf koşturup duruyorlar. Charlotte’umuz hala doğumu bekliyor. Artık karnı iyice kocaman oldu. Geçen seferkinden epey farklı. Bazen yokuş çıkarken yorulup duruyor dinleniyor. Ama en çok sevgi istiyor. Bende ona karşı sevgi bol olduğu için her fırsatta kucaklaşıyoruz. Onun karnını okşuyorum, bebeklerle konuşuyorum. Hatta kucağımdayken kedicikler nasıl hareket ediyorlar pıtır pıtır. İnsanın içi bir hoş oluyor. Artık gelseler de o da rahatlasa biz de 🙂

İşte bizim mutlu kediciklerimiz:

Nasıl da elimin üzerine koydu minik pofidik kafasını da orada horul horul uyudu. Onunla uyumak en sevdiğim şeylerden biri. O benim yanımda huzurlu ben onun yanında. Bazen kendime inanamıyorum, bir kedi nasıl böyle sevilebilir diye..

Ofise girip benim odamı buluyor ve geliyor. Boş olan koltukta uyuyor öğlenleri genelde. Bazen masama gelip bana merhaba diyor ve pencereden dışarıyı izliyor. Onun da kendince hayalleri var gibi. Mesela güzel ve besili kuşlar:)

Bu da şımarık kedimiz Behlül. Önceden adı Safrandı aslında ama. Onu buradaki arkadaşıma vermiştim baksın evde diye. Şimdi onlar Türkiye’de oldukları için dışarıda kalıyor. Son derece yaramaz ve oyuncu. Bazen bıktırırcasına. Tombik olsa daha sevimli olurdu ama ne yazıkki uzunlamasına büyüyor:) Garfield olamayacak yani…

Bu da kaldığımız yerin kapısının önü. İşten çıkıp eve geldiğimizde genelde bekleyenlerimiz oluyor böyle. İnsan mutlu oluyor. Ama üzülüyorum da ben. Böyle top olmuşlar öylece duruyorlar ya içim gidiyor. Yine de diğerleri kıskanmasın ama ben en çok ilk göz ağrım Charlotte’umu seviyorum. O başka…

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın